Bu Blogda Ara

2010

23 Mayıs 2010 Pazar

Marx ve Küresel Çevre Tartışması (John Bellamy Foster )

Marx ve Küresel Çevre Tartışması (John Bellamy Foster )
Salı, 04 Aralık 2007
Ekolojiyi yeni icat edilmiş bir konu gibi gören çoktur. Ancak, kapitalizmin çevreyi yoksulları ve sömürgeleri zenginlerden daha fazla etkileyecek biçimde bozduğu 19'uncu yüzyılda Karl Marx ve Frederick Engels'in çalışmalarında dile getirilmişti. 1867'de, Marx, Kapital'de İngiltere'nin İrlanda'ya karşı ekolojik sömürgeciliğinden söz ederken, şöyle yazmıştı: "Bir buçuk yüzyıldır İngiltere İrlanda'dan toprak ithal etmiş, tarımcıların toprağın yok edilen maddelerini yeniden oluşturabilmelerine bile izin vermemiştir." Marx bunu yazarken, Alman kimyacı Justus von Liebig'in çalışmalarından yararlanmıştı. Organik Kimyanın Tarımda ve Fizyolojide Uygulanması isimli eserinin 1862'de yayınlanan 7'nci baskısının giriş bölümünde, Liebig "Britanya bütün ülkeleri verimliliklerinden yoksun bırakıyor" demiş, buna örnek olarak da, İngiltere'nin İrlanda toprağını sistematik bir şekilde çalmakta olduğu bilgisini vermişti. Liebig'e göre, doğadan verdiğinden çok şey alan bir sisteme, yazarın endüstriyel kapitalist tarımdan söz ederken kullandığı "hırsızlık sistemi" adı verilebilirdi.

Liebig'in ve 19'uncu yüzyıldaki toprak krizinin ileri gelen analistlerinin izinde giden Marx, toprağın besinlerinin yiyecek ve selüloz olarak bazen yüzlerce, binlerce kilometre ötedeki kentlere gittiğini, tekrar toprağa döndürülmek yerine, bu maddelerin ortalığı kirlettiğini ve insan sağlığına büyük zararlar verdiğini iddia ediyordu. Bu arada, toprağı gitgide yoksullaşan Britanya, Liebig'in belirttiği gibi, Napolyon'un savaş alanlarından, Roma'daki dehliz mezarlıklardan ve Peru'dan kemikler taşıyarak, tarla topraklarını zenginleştirmeye çalışıyordu (Daha sonra, sentetik gübre icat edilince bu derde bir deva bulundu ama bu kez de nitrojen sızıntıları gibi yeni çevre sorunları ortaya çıktı).

Marx, çevre sorunlarından söz ederken, Stoffwechsel'in ya da Liebig'in[1] kapitalist toplum ile doğanın ekolojik çelişkisini anlatan ve "etkileşim içinde olan sosyal metabolizma sürecinde tamiri imkansız bir çatlak oluşturan" metabolizma kavramını benimsiyordu. Marx, "kapitalist üretimin, sosyal üretim sürecini ve tekniğini, zenginliğin temel kaynakları olan işçiyi ve toprağı zayıflatarak geliştirdiğini" anlatmıştı. İnsanlık ile doğa arasındaki metabolik ilişkideki bu çatlağın, ancak sistematik bir biçimde, "sosyal organizasyonu yöneten bir kural" olarak iyileştirilebileceğini öne sürüyordu. Bu kural ise, emek sürecinin (ki bu sürecin kendisi de insanlar ve doğa arasında metabolik bir süreç olarak tanımlanıyordu), ulusal yönetmeliklerle, gelecek nesillerin de ihtiyaçları göz önünde tutularak düzenlenmesiyle mümkün olabilecekti. "Bütün bir toplum, ulus, ya da aynı anda var olan bütün toplumlar dünyanın sahipleri değiller," diyordu Marx. "Yalnızca dünyadan yararlananlar, dünyayı şimdilik kullananlar olarak, iyi aile reisleri gibi, dünyayı gelecek nesillere daha da iyi bir durumda bırakmaları gerekir."[2]

Marx'ın ve Engels'in ekoloji konusundaki tartışmaları, zamanlarının genel anlayışının çok ötesindeydi. Bugün, Marx ve Engels'in söz ettiği ekolojik sorunlara göz atarsak, en acil çevre sorunlarımızla karşılaştığımızı görürüz; kırsal ile kentsel alan arasındaki kopukluk, toprağın bozulması, kentlerde nüfus yoğunluğu, kentsel atık sorunları, endüstriyel kirlilik, endüstri atıklarının geri dönüşümüyle ilgili sorunlar, gıda ve sağlık sorunları, iş yerinden kaynaklanan sakatlıklar, doğal kaynakların talanı, (ki bunlara fosil yakıt olarak kömür de dahil), ormanların yok edilmesi, seller, çölleşmeler, susuzluk, yöresel iklim değişiklikleri, enerji sorunları, türlerin değişen çevrelere uyum sorunları ve kıtlık... Marx, materyalist tarih kavramını, materyalist doğa kavramı ile bağlantılı gördüğü gibi, tarih bilimini de doğa bilimi ile ilişkili görüyordu. Doğa bilimi defterlerini, jeoloji, kimya, tarım, fizik, biyoloji, antropoloji ve matematik çalışmalarıyla dolduruyordu. Londra Kraliyet Enstitüsü'nde, İrlanda doğumlu fizikçi John Tyndall'ın derslerine katılmıştı. Marx, Tyndall'ın yansıma ısısı (radiant heat) deneyleriyle, özellikle de güneş ışınlarının ayrışımı ile çok ilgileniyordu.[3] 1860'ların başında, Tyndall ilk kez su buharı ve karbondioksit gazlarının ısıyı gezegenin atmosferinde hapsettiğini, yani sera etkisinde rolü olduğunu gösteren deney sonuçlarını sunduğunda, belki de Marx da izleyicilerin arasındaydı. (Tabii ki o zaman daha kimse insanların fosil yakıtlar kullanarak neden olduğu sera etkisinin küresel bir iklim değişikliğine yol açacağından şüphelenmiyordu; bu hipotez, ilk kez 1896'da İsveçli bilim insanı Svante Arrhenius tarafından ortaya atılacaktı).

Bugün hepimiz, Marx ve Engels'in benimsediği, doğa ve toplumun birbiriyle diyalektik etkileşiminden kaynaklanan ve küresel ısınmanın simgelediği, gitgide hızlanan ekolojik krizle karşı karşıyayız. Çevre sosyolojisinde son zamanlarda yapılan çalışmalar Marx'ın metabolik ayrım teorisini, ölen okyanuslar, iklim değişikliği ve gübre döngüsü gibi sorunlara uygulamaya başladı. Bugün karşı karşıya olduğumuz, fosil yakıtların hızlıca yakılmasından kaynaklanan "karbon ayrımı" konusunda yazan Brett Clark ve Richard York, bu problemin çözümünün temel toplumsal ilişkilerin değişmesi dışında olamayacağını söylüyorlar. Teknoloji bu sorunlara bir çare bulamayacak gibi görünüyor, çünkü "Jevons Paradox" diye tanınan bir dinamik var. Şöyle ki: kapitalizmde, verimliliğin artması, kaçınılmaz olarak üretimin de genişlemesine yol açıyor ve bu da doğal kaynak ve enerji kullanımını çoğaltarak biyosfere daha fazla yüklenilmesine neden oluyor. İşte bu nedenle, Clark ve York, "Teknolojik gelişmeler, kapital ilişkilerinin baskılarından özgürleşmedikçe, karbon ayrımı sorununu çözemez" sonucuna varıyorlar.[4]

Küresel çevre sorunlarına gerçek, yani sürdürülebilir, tek çözüm, Marx'ın sözleriyle, "Kör bir gücün emrindeymişçesine üretimi sürdürmektense, üreticilerin, insan metabolizması ve doğa ilişkisini rasyonel bir biçimde, işbirliğiyle, insan doğasına en uyumlu ve en az enerji harcayan yöntemlerle yönetmeleridir."[5] İnsanların özgürlüğü ve ekolojik sürdürülebilirlik gibi amaçlar birbirinden ayrılamaz. Bu amaçlar ancak 21'inci yüzyılda sosyalizmin yapılandırılmasıyla gerçekleşebilir.

Çeviren: Üstün BİLGEN REINART

Dipnotlar

[1] Kapital'in 3. cildinin Penguin/Vintage baskısında editörün notlarında belirtildiği gibi, "Bu ciltte ve 1. ciltte Liebig'den birkaç kez söz edilmiştir. Marx'ın Lıebig'den ve Stoffwechsel'den metabolizma kavramını aldığı anlaşılıyor. Burada, bu kavramı emek sürecinin ayalizinde kullanıyor. (Chapter 7)." In Karl Marx, Capital, vol. 3 (New York: Vintage, 1981), p. 878.

[2] Foster, Marx's Ecology, 155-70. Bkz. Paul Burkett, Marx and Nature (New York: St. Martin's Press, 1999); Paul Burkett and John Bellamy Foster, "Metabolism, Energy, and Entropy in Marx's Critique of Political Economy," Theory & Society, vol. 35 (2006), 109-56.


[3] Spencer R. Weart, The Discovery of Global Warming (Cambridge, Massachusetts: Harvard University Press, 2003), pp. 3-4; Y. M. Uranovsky, "Marxism and Natural Science," in Nikolai Bukharin, et. al., Marxism and Modern Thought (New York: Harcourt, Brace, and Co., 1935), p. 140.


[4] Brett Clark and Richard York, "Carbon Metabolism: Global Capitalism, Climate Change, and the Biospheric Rift," Theory & Society, vol. 34 (2005), p. 419. Metabolik ayrım ve ekoloji krizleri konusunda bkz. Rebecca Clausen and Brett Clark, "The Metabolic Rift and Marine Ecology," Organization & Environment, vol. 18, no. 4 (2005), pp. 422-44; Philip Mancus, "Nitrogen Fertilizer Dependency and Its Contradictions," Rural Sociology, vol. 72, no. 2 (June 2007).


[5] Marx, Capital, vol. 3, p. 959.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder